Ana Sayfa / Home Page

 

 
   


NEFRET, SEVGİDEN GÜÇLÜ MÜ?


Gündelik hayatlarımızda sevgi çok daha ağır basarken, iş toplumsal, hatta toplumlar arası düzeye gelince, nefret, sevgiyi ezip geçiyor. Öyle olmasa, bunca savaş, soykırım ya da kavgayı açıklamak mümkün olmaz. Peki ama neden? Belki de hepimizin kötü bir duygu olarak tanımladığı nefretin, politik ve askeri liderler ve dini otoriteler tarafından çoktan keşfedilmiş ‘üstün’ özellikleri var.


Son zamanlarda, ırkçılık, düşmanlık ve ‘diğeri’ne ya da ‘farklı’ olana duyulan nefretin siyasal işlevi üzerine yazılar yazdım. Her şeyi söylediğimi sanıyordum, ama dostum Thomas Stauder ile yaptığım bir tartışmadan (kimin neyi söylediğinin hatırlanmadığı, ama aynı sonuçlara varılan tartışmalardan biri) yeni öğeler (en azından benim için yeni) çıktı.
Bizler, basit şekilde, nefretle sevgiyi karşıt olarak algılıyoruz, sevmediğimiz şeyden nefret edermişiz gibi, ya da tam tersi. Oysa iki kutup arasında sayısız nüans var. İki kavramı metaforik anlamda kullansak da, benim pizzayı sevip, suşi için çıldırmamam, suşiden nefret ediyorum anlamına gelmez. Sadece onu, pizzadan daha az seviyorum. Ve iki kavramı gerçek anlamlarında ele aldığımızda, bir insanı sevmem diğer insanlardan nefret ediyorum demek değildir. Sevginin karşıtı ilgisizlik olabilir pekâlâ. (Çocuklarımı seviyorum ve iki saat önce bindiğim taksinin şoförüne karşı ilgisizim.)


Ama gerçek nokta şu ki; sevgi izole ediyor. Bir kadını çılgınca seviyorsam eğer, onun da beni sevmesini istiyorum, başkalarını değil (en azından aynı anda değil). Bir anne tutkuyla çocuklarını sever ve onların da kendisini özel bir şekilde sevmelerini ister (anne tektir) ve başkalarının çocuklarını aynı yoğunlukta sevemez. Kısacası sevgi bencildir, sahipkârdır, seçicidir.


Kuşkusuz aşkın emri(1), karşımızdakini (herkesi, 6 milyar insanı) kendimiz gibi sevmemizi buyurur, ama bu emir pratikte kimseden nefret etmemeyi önerir ve tanımadığımız bir Eskimo’yu babamız ya da torunumuz gibi sevmemizi beklemez.


Sevgi her zaman için torunumu, bir fok avcısına yeğler. Ve Çin’de bir devlet memuru öldüğünde (efsanenin söylediği gibi) bir şey hissetmeyeceğimi düşünsem ve çanın her zaman benim için de çalacağını bilsem de, anneannemin ölümü, Çinli devlet memurunun ölümünden daha çok etkileyecektir beni.


Oysa nefret, kolektif olabilir ve küçükken faşist okulun benden, tüm Albion(2) çocuklarından nefret etmemi istemesi ve Mario Appelius’un(3) her akşam radyoda ‘Tanrı İngilizleri lanetlesin’ demesi gibi, totaliter rejimler için böyle olmalıdır. Diktalar ve popülizmler ve çoğu kez radikal dinler de bunu istiyor; çünkü düşmana duyulan nefret, halkları birleştiriyor ve onları aynı ateşle yakıyor. Sevgi çok az insana karşı kalbimi ısıtıyor, nefretse hem benim kalbimi hem benim tarafımda olanlarınkini, milyonlarca insana, bir ülkeye, etnik kökene, farklı renk ve dilde insanlara karşı ısıtıyor. Irkçı İtalyan, bütün Arnavutlardan ya da Romenlerden veya Çingenelerden nefret ediyor. Bossi, bütün güneylilerden (maaşı güneylilerden de alınan vergilerle ödeniyorsa da bu, nefretin zarar verme zevkiyle buluştuğu kötülüğün şaheseridir), Berlusconi bütün hâkimlerden nefret edip bizden de aynı şeyi bekliyor ve bütün komünistlere, olmadıkları yerde de onları görmek pahasına kin duymamızı istiyor.


Dolayısıyla nefret, bireyci değil, aksine cömert, filantropik ve tek bir nefeste büyük çoğunlukları kucaklıyor. Sadece romanlarda, aşk için ölmenin ne kadar güzel olduğu anlatılıyor; genellikle nefret edilen düşmana bomba atarken hayatını kaybeden kahramanın ölümü, “Ne kadar güzel” diye tasvir ediliyor.


Bu nedenle türümüzün tarihini belirleyen, çoğunlukla hep nefret, savaşlar, soykırımlar olmuştur, sevgi gösterileri değil (daha az rahatlatıcı ve çoğunlukla bencillik çemberinin dışına yayılmak istediğinde yorucu). Nefretin lezzetine eğilimimiz o kadar doğal ki, halkı yönetenler, bunu körüklemek kolayına gidiyor, sevgiye ise sadece, mide bulandırıcı şekilde, cüzzamlıları öpme alışkanlığı olan sevimsiz insanlar davet ediliyor.

Umberto Eco - Tempo Dergisi - 31.01.2012

(1) Hz. İsa: Size yeni bir buyruk veriyorum: “Birbirinizi sevin. Sizi sevdiğim gibi siz de birbirinizi sevin. Birbirinize sevginiz olursa, herkes bununla benim öğrencilerim olduğunuzu anlayacaktır.” (Yuhanna, 13:34-35)
(2) Albion: Büyük Britanya’nın eski adı.
(3) Marcus Appelius: İtalyan gazeteci, radyo programcısı.
 

    

sembolizm@gmail.com

   

©2012-2018, BARIŞ İLHAN YAYINEVİ

Bu sitedeki tüm yazıların yayın hakkı Barış İlhan Yayınevi'ne aittir. İzinsiz hiçbir alıntı yapılamaz ve kopya edilemez.