|
Neden İnsanlık Günü Değil? |
Ataerkil toplumlarda, kurulu düzen büyük oranda erkeklerin lehine işler. Düzen, kadınların lehine işlemediği sürece, düzeni ve kendini sorgulamakta kadınların kaybedecekleri, erkeklere kıyasla daha azdır. Aksine; düşünmek, yaşama ve olaylara farklı gözle bakmak ve düzeni sorgulamak belirli değişiklikleri de içerdiğinden, çoğunlukla bu gibi çalışmalar kadınların (ve daha uzun vadede birlikte yaşadıkları erkeklerin) lehine gelişir.
Leylâ Navaro’nun İki Boy Ufak Pabuç isimli kitabından alıntı.
|
|
Bugün
8 Mart Dünya Kadınlar, esas adıyla Dünya Kadın Emekçiler
Günü. Ancak bir kadın olarak bir türlü bugünü kendi üstüme alınamıyorum.
Bunun adındaki “emekçi” kısmıyla ilgisi yok, ama
“kadın” kısmıyla ilgisi var. Böyle
bir gün bana ayrıştırmayı çağrıştırıyor,
çok klasik bir söylem olacak ama, “Dünya Kadınlar Günü var, Dünya
Çocuklar Günü var, peki Dünya Erkekler Günü niye yok?” diye
sorduruyor ve ardından, “Her gün erkekler günü olarak kabul
ediliyor olsa gerek,” dedirtiyor. Gerçi aslında erkeklerin de öyle
her günü kendi günleriymiş gibi mutlu ve mesut yaşadıkları
yok ya. Haberlerde
duyarız, bir kaza olmuştur ve üç erkek ölmüştür. Bu
bize, “üç kişi öldü” diye duyurulur. Ama ölenler kadınsa
duyuru, “üç kadın öldü” şeklindedir. Bunu farkedince
insanın “Kadın “bir kişi, bir birey” değil
mi?” diye sorası geliyor. Dahası, toplumlarda, İngilizler ile Almanlar ve benim dillerini bilmediğim olası başka toplumlarda bu konuda öyle ileri gidilmiş ki insan ve erkek için aynı kelimeleri kullanmışlar, “man" ve "Mann.” Biz de "adam" kelimesini böyle kullanıyoruz, halbuki hepimiz, kadın ya da erkek birer kişi, birer insanız.
Demek
istediğim, biz farketmeden bilinçdışımızda şöyle
bir kodlama oluşuyor, “insan dendiğinde kastedilen kişi erkektir ve
onun dışında
kalan her şeyin ayrışması ve başka bir sıfatla
nitelenmesi gerekir.” Feminizm
var, masculinizm niye yok? Kadın hakları var, erkek hakları
niye yok? Çünkü bu günlere gerek duyulmayan, evrendeki asli unsurun
erkek olduğu, kadın, çocuk, hayvan ve bitkinin eril güç adına
feda edilebilir olduğu inanışı dayatılan ataerkil
bir düzen hakim yaşamlarımızda. Halbuki biri varsa diğerinin de
olması, hatta bunların
“insanlık” olarak bir ortak paydada buluşması gerekir. Çünkü
ister kadın olalım, ister erkek bu düzen hepimizi yaralıyor
ve sakatlıyor. Cinsiyetimiz, cinsimiz üzerinden bizlere
biçilen bu zor ve çakma roller hepimiz için fazlasıyla öfke ve acı
dolu. Geçenlerde
Öyle Bir Geçer Zamanki dizisinde Mithat’ın kardeşi Ayça’yı
dövdüğü ve ardından da çöküp ağladığı
sahneyi izleyenleriniz vardır. Benim içim çok acıdı o
sahnede ve içimi en çok acıtan Ayça’nın dayak yeyişi
değil de Mithat’ın söyledikleri ve ağlayışıydı.
Ayça bir yandan dayak yerken abisine, "Senin yüzünden hiçbir
arkadaşım yok," dediğinde, Mithat, "Sanki benim
arkadaşım var," diye cevap verdi ve çöküp ağlamaya
başladı. İşte dedim, acımasız insanın içi
bu kadar yaralı durumda. Ayça sonunda kendisini kurtarmanın bir
yolunu bulabilir ama ya Mithat, o nasıl kurtaracak dedim ki, Mithat
kendisini kurtarmak bir yana, gitti bir de can aldı. Dolayısıyla,
1857 yılındaki 8 Mart günü yapılan ilk kadın işçi
protesto yürüyüşünün ardından 1911 yılında yaşanan
ve patronlarının işlerinin başından kalkmamaları
için özellikle kapıları üzerilerine kilitlemeleri sonucu 123 “kadın”
ve "23 erkek" emekçinin yanarak can vermesi Kadınlar Günü'ne
damgasını vurmuştur, ama esas olan orada yok sayılmak
istenenlerin birer “insan” olmalarıdır. Dolayısıyla
bu bir kadınlık sorunu olmaktan öte bir insanlık
sorunudur. Bir
gün gelip özel bir gün olmaksızın her günü birer insanlık
günü olarak yaşayabilmemiz dileğiyle. © Güneş İlhan, 08.03.2013, İstanbul Rev. 08.03.2014 Rev. 08.03.2018 |
© 2013-2018, BARIŞ İLHAN YAYINEVİ
Bu sitedeki tüm yazıların yayın hakkı Barış İlhan Yayınevi'ne aittir. İzinsiz hiçbir alıntı yapılamaz ve kopya edilemez.